Zeki Demirkubuz, son filmi Kor’dan yedi yıl sonra Hayat ile bizlerle. Yönetmenin on ikinci filmi Hayat bu cuma vizyona girdi. 3 saat 13 dakikalık iddialı bir süresi olan yapım, Ölümlü Dünya 2’nin gişe dominasyonu içerisinde kendini buldu. Arthouse her daim gişe filmlerine göre arka planda kalıyor. Ülkenin en büyük sanat filmi üreticisi Nuri Bilge Ceylan için bile bu durum geçerli maalesef. Geçtiğimiz ay vizyona giren Kuru Otlar Üstüne’yi aylar önce Adana’da prömiyerinde izlemiş şanslı bir izleyici olarak Hayat’a beklentim yüksek olarak gittim.
Öncelikle filmin süresi epey uzun. Yönetmen bunu avantaja çevirmeyi başarmış. Uzun tiratlar hayli tatmin edici. Filmin uzun olması benzer diyalogların köpürtülmesine izin vermiş. Derin anlamlı tespitlerden büyük keyif aldım. Burada oyunculara bir parantez açmak daha doğru olacak. Filmin lokomotifi başroller Miray Daner ve Burak Dakak. Dakak’ı Çukur dizisi dışında izlememiş izleyicilerdenim. Başrol performansını yeterli buldum ancak filmi uçuran olağanüstü bir performansı da yok. Daner de hayatın içinden gerçekçi bir rol kesiyor. Benim oyunculuk konusunda öveceğim isim dede rolündeki Osman Alkaş. İçine girdiği her filme renk katan özel bir isim. Ölümlü Dünya gibi bir komedide de iyi, Hayat gibi bir dramda da. Kendisini Sarmaşık filminde Beybaba rolüyle de izlemiştik. Filmdeki en iyi performansı sunuyor. Torunu konusunda kaygılı, annesini ve babasını çok genç yaşta kaybeden Rıza’yı sarıp sarmalayan, gözünden sakınan dede, İstanbul’da gece yarısı Rıza’nın arkadaşının evinde konuştukları sahnede adeta döktürüyor. Çok beğendim. Kendisinin yanında Cem Davran da hayatı sorgulayan, kendisinden yaşça çok küçük Hicran’la evlenen, kıskanç koca rolünde iyi. Cem Davran’a da bir parantez açmak isterim. Ruhsar’la hatırlanan oyuncu çok ciddiye alınmasa da küçük yaşta şov yaptığı Yusuf ile Kenan’da ve Blutv’nin özel dizisi 7Yüz’de süper performanslar çıkarmıştı. Gerçekten iyi bir oyuncu. Sonuç olarak yan rollerin filme epey renk kattığını düşünüyorum. Oyunculuğunu beğenmediğim Doğu Demirkol bile başarılı. Burada payeyi oyuncu yönetimi konusunda başarısı net olan Demirkubuz’a da teslim etmek gerek.
Buradan görüntü yönetmenine gelelim zira filmin en iyi unsuru sinematografisi. Yıllarca Nuri Bilge ile kıyaslandığında sinematografi konusunda net ezilen Demirkubuz net bir ders çıkarmış olsa gerek. Gökhan Tiryaki yerine Kuru Otlar Üstünde’de Kürşat Üresin – Cevahir Şahin ikilisiyle çalışan NBC gibi Demirkubuz da son filminde bu ikiliyi tercih etmiş. Kadrajlar çok temiz, ışık tercihleri çok yerinde. Yönetmenin en iyi sinematografisi bu filmde demeliyim. Epey sevdim. Kurguya gelirsek burada eleştireceğim noktalar var. İyi yönlerin yanında sevmediğim yönler de oldu. Film dillendirmese de epizodik anlatıma sahip. İlk yarı Rıza’nın ikinci yarı Hicran’ın hikayesini izliyoruz. Bu kurguyu tempolu kılmış. Filmin sorunu sahne geçişlerinde. Kullanılan karartma efektleri ve sert sahne geçişleri seyirciyi sahnenin etkisinden uzaklaştırmış. Daha yumuşak geçişlerin tercih edilmesini isterdim. Bunun dışında teknik olarak film başarılı.
Senaryoya biraz derinlemesine girelim. Yönetmenin klasik üçüncü sayfa haberlerini senaryolaştırması yine karşımızda. Demirkubuz bu tarzdan hiç çıkmadı ve bundan sonra da çıkmaması beni rahatsız etmez zira bu türü çok iyi beceriyor. Yine bir katmerli aşk acısı öyküsü izliyoruz. Akla hemen Masumiyet ve Kader geliyor. Yönetmenin halen en iyi iki filmi bunlar ancak Hayat ile Demirkubuz bu kökleri hatırlıyor ve bu köklere tutunarak kendini yukarı atıyor. Önceki iki filmi Bulantı ve Kor ile düşüşte olduğunu düşündüğüm yönetmen Hayat ile tekrar kendine geldi bence. Karşımızda çok iyi yazılmış karakterler, içselleştireceğimiz damardan trajediler, mahvolmuş hayatlar var. Yani eski Zeki var. Özlemişim gerçekten. Karşımızda Uğur ve Bekir yok ancak Rıza ve Hicran da renkli karakterler. Renklerine biraz girelim. Rıza nişanlısı kendisini terk eden, dedesinin ekmek fırınında çalışan bir genç. Küçük yaşta ebeveynlerini kaybetmiş, dedesi her şeyi. Feci rutin bir hayatı var. Her gece dedesi kahvaltı hazırlıyor. Kahvaltı sonrası amcasını yoldan alıp fırına gidiyorlar. Öğlene doğru çay içiyor. Arada arkadaşıyla gece kaçamak yapıyorlar. Rutinden bıktığını dedesine kurduğu “Her gece bu kahvaltıyı ben yemekten sıkıldım sen hazırlamaktan sıkılmadın mı?” cümlesinden anlıyoruz. Bunu kafaya takan bir gencin kendisini ortada bırakan nişanlısına kafayı takmaması beklenemez elbette. Başlarda Rıza iyi görünüyor. Bu olayı arkadaşlarından saklıyor ve anlatırken rahat davranıyor. Kaçamak için gittikleri evde ereksiyon problemi yaşaması bir ipucu. Bunun dışında arkadaşıyla içki içerken bu olayı arkadaşı şakaya vurduğunda yaptığı ani çıkış bir diğeri. Demirkubuz karakteri nakış gibi işlemiş.
Bir gün dedesine uykum var bugün işe gelmesem olur mu diyerek soluğu Hicran’ı bulmak için İstanbul’da alıyor ve aylarca burada kalıyor. Şans eseri yolları kesişiyor ve hayatını değiştirecek tercihi yapıyor. Bu sahnedeki mizansen çok ustaca. Rıza’yı sırtı dönük görüyoruz ve müziksiz bu sahnede yönetmen gerilimi köklüyor. Ani silah patlaması epey vurucu. Rıza’nın aslında sakin görünen ama arızalı bir karakter olduğunu net olarak anlıyoruz. Yönetmen karakteri epey renkli resmetmiş. Rıza’yı sevmemek mümkün değil. Hicran’a gelirsek babası epey sert, tarımla uğraşan bir adam. Maddi durumları pek iyi değil. Bunu evlerindeki eşyalardan ve mazbut yaşantılarından anlıyoruz. Kızının evden kaçması ve nişanlısını ortada bırakması babasına çok koyuyor ve dünürünün yüzüne bakamayacak düzeyde bir kara leke kendisi için. Hele kötü yola düşmesi öfkesini katmerlendiriyor. Eve döndüğünde kızına attığı dayak yetmiyor ve direğe kafa atarak sinirini atmaya çalışıyor. Umut Kurt gerçekten etkileyici bir performansla karaktere sınıf atlatmış. Dayağı yiyen ve çaresiz kalan Hicran evde pek ortaya çıkmamayı, gününü yatakta uyuyarak geçirmeyi tercih ediyor. İstanbul’daki kötü hayatı eve döndüğünde pek değişmemiş gibi. Annesinden şefkat görüyor ancak babası kendisine karşı kapı duvar. Bayramda bile babasının elini öpemiyor. O kadar çaresiz ki mutsuz olacağını bile bile kendisinden yaşça çok büyük Orhan ile evlenmeyi kabul ediyor. Mutsuzluğu peşinen kabullenmiş bir profil. Kocası aşırı mutsuz bir adam. Rutini tarifi bile iç sıkan cinsten. Aşırı kıskanç, kendisini yetersiz bulan, özgüveni düşük biri. Böyle bir adamla Hicran’ın mutsuz olması da kaçınılmaz elbette. Filmin finaline doğru hüngür hüngür ağlaması duygularının boşalması. İstanbul’da mutsuz, baba evinde mutsuz, Diyojen’in memleketinde mutsuz. Mutsuzluk adeta alın yazısıdır kimisinin. Ne yaparsan yap kaderini yaşarsın ve bu kader kara bahtım kör talihimdir. Hicran da bu senaryonun başrolü. Buradan finale gelirsek Demirkubuz ustalığını konuşturmuş. Flu bir finalle ya böyle olsaydıyla yüreklerimizi dağlıyor.
Hayat, her karakterin hayatını ustalıkla işlemiş. Filmde yeteri kadar tanımadığımız bir tane bile karakter yok. İşleniş böyle olacaksa filmin dört saat olmasının bile benim gözümde bir eksisi olmuyor. Tıkır tıkır işleyen saat gibi bir senaryo, iyi sinematografi, başarılı oyunculuklar. Bir Demirkubuz filminden tüm beklediklerinizi bulacağınız bir film Hayat. Demirkubuz geri döndü diyorum. Vizyondayken izlenmeli zira tam atmosfere girilecek bir sinema filmi.